İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

19 Ekim 2020 Pazartesi





Yalnız Hatta Yapayalnız

Hayata karşı öfkesini içinde hiçbir zaman dindirememiş, küçücük bir çocukken annesinin gidişini terkedilmişliğini hiçbir zaman kabul edememiş ve büyüyememiş bir çocuk Sait.

Girdiği her ortamın asi çocuğuydu. Öfkelendiğinde kırıp döken, hırpalayan yeri geldiğinde şiddet uygulayan ama bunca karanlık ve bastıramadığı öfkesinin ardında binlerce çığlığı olan yapayalnız bir adam. Sadece yazmak için insanların arasına karışan günün sonunda yalnızlığına kaçan bir adam. Sokağın havasını sürekli soluyan ve sokaktan beslenen Sait.

"İnsanların yüzlerini görmeden, gözlerine bakmadan, zanaatlarını izlemeden, şehrin içindeki duruşlarına tanık olmadan, bakışlarındaki sessiz sözleri işitmeden, konuşmadıkları şeyleri davranışlarında görmeden hikaye mikaye yazılmaz." der.

Kitap her ne kadar Sait Faik Abasıyanık'ın hikayesi olsa da 1940-1950 li yıllarında yaşananlara tanıklık ediyorsunuz.

Bir Müslümanın kalkıp çocuk vaftizi için kiliseye gidişine yortularda ikram edilen paskalyaları kabul edişine tanıklık ederken Ermenisinin Musevisi Rumunun elinde helva ile Müslümanın mevlidine koştuğu yıllar...

Kitap ilerledikçe öyle hikayelerin ve yaşanmışlıkların içine dalıyorsunuz ki o dönemde ne yaşanmış olursa olsun hepsine değerdi keşke o döneme ait olsaydım demeden edemiyorsunuz.

Mine Urgan'dan Aziz Nesin'e Orhan Veli'den Ara Güler'e Bedri Rahmi'den Sabahattin Ali'ye Rıfat Ilgaz'dan Nurullah Ataç'a... 

Kalksam gitsem Burgazada'ya yanımdan Bedri Rahmi ve dillere destan aşk yaşadığı Mari geçse takılsam ikisinin ardına varsam Sait'in yanına diyorsun bazen, bazen de otursam Nisuaz Pastanesine bir çay söylesem Orhan Veli ve Sait kol kola girse içeri...

Her ne kadar birçok kez yazdıkları yüzünden karakola düşse de yazdığı kitaplar toplatılsa da ne siyasetle ne de memleket meseleleri ile işi yoktu Sait'in.

Kalemi ile değil adımları ile sokakları arşınlayarak yazan adam, rum sevgililerinden sevgi dilenen onlar için ailesinin bütün servetini harcayan, annesi Makbule Hanımı bu yüzden yataklara düşüren adam gün gelir küser hepsine önce yazmayı bırakır sonra ardına takıldığı kadınları...

Senelerce içer...

Bir gün 36 yaşında yanlış teşhisten hayatını kaybeden dostu Orhan Veli'in ardından "Ulan Azrail! Ciğerinin yarısı çürümüş sirozlu 44 yaşında Sait Faik'i bırakırsın da gider 36 yaşında Orhan Velimi alırsın. Adaletin var mı lan senin?" der.

Orhan Veli'nin ölümün ardından kendi ölümüne de yakın olduğunu hisseden Sait susamışcasına sürekli yazar. Ve ölümünden önce geçen o 4 yılda yazarlık döneminin altın çağını yaşamıştır. Tedavi için Paris'e giderken meslek hanesine yazdırmaktan mahrum bırakıldığı sanatına onur ödülü gelmişti.

"Dünyada ilk kez Atatürk'e layık görülen Mark Twain Onur Ödülü, Çağdaş Türk Edebiyatı'na yaptığı katkılardan dolayı Sait Faik Abasıyanık'a verilmişti."

Ödülü aldıktan sonra onu sokak sokak arayan ve röportaj yapan ilk gazeteci ise Yaşar Kemal olmuştur.

Kitapta her yazarın ayrı bir hikayesine tanıklık ediyorsunuz.

Beni en çok etkileyenlerden biri de Bedri Rahmi Eyüpoğlu ile Mari Gerekmezyan'ın aşkı olmuştur.

O dönem evli olan Bedri Rahmi Eyüpoğlu Ermeni asıllı Türkiye'nin ilk heykeltıraşlarından kabul edilen hatta Ara Güler'in de hocası olan Mari Gerekmezyan ile tutkulu bir aşk yaşar. İki aşık arasındaki aşk sanatla beslenir ve ortaya birçok sanat eseri çıkar. Mari Bedri Rahmi'nin büstünü yapar Bedri Rahmi Mariye şiirler yazar.

Tüm bu söylentilerin kesilmesi için Mariyi ailesi başkası ile evlendirse de birbirlerinden asla vazgeçmezler. Ta ki günün birinde Mari çağın vebası olan tüberküloza yakalanır ve Bedri Rahmi bütün eserlerini onun tedavisi için mezatlarda yok pahasına satar. Günün birinde sene 1946 mevsim sonbahar Mari dünyaya gözlerini yumar.

Ardından şimdilerde hepimizin çok sevdiği şarkının sözleri olan şiiri yazar Bedri Rahmi Eyüpoğlu 


Sitem

Önde zeytin ağaçları arkasında yar Sene 1946 Mevsim Sonbahar Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim Dalları neyleyim Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim Yar yar...
Seni karasaplı bıçak gibi sineme sapladılar Değirmen misali döner başım Sevda değil bu bir hışım Gel gör beni darmadağın Tel tel çözülüp kalmışım Yar yar... Canımın çekirdeğinde diken Gözümün bebeğinde sitem var

https://www.youtube.com/watch?reload=9&v=PG-1FCMCyAA

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       

29 Haziran 2019 Cumartesi

Âşıklar Bayramı








Son zamanlarda birçok okurun paylaştığı ve raflarda yerini yeni alan Âşıklar Bayramı, benim yazarı ile ilk kez tanışacağım bir kitap oldu.

Daha önce hiçbir kitabını okumamış olmama hayıflanırken, bu kitabı ile tanışmaktan ötürü ise mutluydum.

Âşıklar Bayramı bir nefeste okuyup bitirdiğim hatta son sayfalarına doğru bitmesin isteyip hıçkıra hıçkıra kapağını kapattığım bir kitap oldu.

Sindirmem ve romandaki hikayeden uzaklaşmam zaman alsa da uzun zamandır bloğuma yazmadığımı düşünerek sizlerle de paylaşmak istedim.

Âşıklar Bayramı bir baba oğulun sessiz yüzleşmesi, içerisinde birçok pişmanlık, af dileyiş barındıran bir kitap. 

Hikaye Avukat Yusuf'un bir gece dış kapısının ardından gelen öksürük sesi ile ve kapıyı araladığında onu yirmi beş yıl önce terk eden babası gezgin aşık Heves Ali ile karşılaşmasıyla başlar.
Heves Ali tüm yorgunluğu ve pişmanlığı ile kapısındadır. Sessizce içeri davet ettiği babasına ne nerden geldiğini ne de neden geldiğini sorar. Fakat gecenin sabahında babasının hastalığı ve zamanının az kaldığı ile yüzleşir.Neden geldiğini söylemeyen Heves Ali sadece nereye gideceğini söyler.

Yakın zamanda Kars'ta olacak Aşıklar Bayramı için yola çıkar.Fakat yirmi beş yıldır hiçbir duyguyu paylaşmadığı gecenin bir yarısı kapısına gelen bu hasta ve yorgun adamın yola yalnız çıkmasına yüreği el vermez Yusuf'un.Hikayenin burdan sonrası bir yol halidir.Varmak istediğin, yol üzerinde af dilediğin birçok pişmanlığın muhasebesinin yapıldığı sessiz bir hal.Kitabın bu sayfalarında aklıma gelen ve yine çok severek okuduğum Hasan Ali Toptaş'ın "Kuşlar Yasına Gider" kitabı oldu. 
O da bir baba oğul hikayesi idi.

Babasına ne kadar kırgın olsa da Yusuf " Yine de her oğul gibi, ne kadar direnirsem direneyim daha en başından babama yeniktim." der.Geride bıraktığı tüm kırgınlıklara rağmen iyi bir yol arkadaşı olurlar ve Anadolu'nun köylerini birer birer geçerek yol üzerinde Heves Ali'nin ardında bıraktığı tüm kadınlardan helallik almak için durdukları tüm köylerde büyük bir saygı ile ağırlanırlar.Babasının her geçen saat gözleri önünde eridiğine şahit olan Yusuf ise on beş yıl önce ardında bıraktığı Aylın'a ulaşmaya çalışır. Fakat gönderdiği tüm mailler cevapsız kalır.Ardında kalan ve kaybettiği zamanı yeniden yakalamak istercesine babasına gönülden sarılan Yusuf 'un artık tek amacı babasının son arzusunu yerine getirmek ve onu ölmeden Aşıklar Bayramı'na ulaştırmaktı.

Ulaştırdı ve tüm aşıklar onu en sevdiği türkü ile uğurladı.

"Sultan suyu gibi çağlayıp akma

Durulur gam yeme divane gönül
Er başında duman dağ başında kış
Erilir gam yeme divane gönül"

Yusuf'a Heves Ali'den geriye kalan sekiz köşe kasketi ve bağlaması oldu. 



Kitabın kapağını kapattığımda Aralık ayında kaybettiğim dedemin kasketinin kokusunu içime çektim.



Alıntılar...

" Biliyorum. Ömrün beni beklemekle geçti. Artık bekleme. Heba ettiğim yıllar, ağzımdan kaçırmamak için direnirken hepten unuttuğum adındaki eksik nokta için affet beni sadece. Dünya üzerinde ilk defa senin adında bir serinlik buldum kendime ama mutluluk denen o eski kelimede bile çok fazla kalamadım, affet!
  Ilık ılık sevdiğim, zamansız gittiğim, dünyaya sustuğum, içime attığım!
  Burada çoktan durdu, oralarada dönüyor mu dünya?
  Burnunun direği sızlıyor mu adım geçince?
  Sızlamasın!
  Dünya iyi bir yer değildi. İçimi yalnız sana açtım. Bir iplik gibi yalnız sana çözüldüm.
  Adını sevdiğim!
  Düğüm düğüm geçen yılların, dönüp dönüp durduğum bu bitmez tükenmez rüya için affet beni! "

" Herkesin kendince bir şeye ihtiyacı vardı bu hayatta. Kimi yarasına derman arardı kimi de onun gibi yarasını yeniden kanatmak için çabalardı. "

" Tıpkı bazı hikâyeler gibi, hayat da boşluklarla doluydu ve her ne olursa olsun tamamlanmıyordu."

" Kalbinde derin bir çizikle gezenin, günün birinde her ne pahasına olursa olsun yaranın müsebbibini affetmesi kadar kederli ve ağır bir şey yoktu dünyada. "

" Dağılmış bir yarayım seni bırakıp gittiğimden beri!
  Ölmedim, hayattayım.
  Ama say ki öldüm. 
  Say ki akmayan bir irin, kabuk tutmayan bir gönül yarasıyım on beş yıldır.
  Herkes arkasında bir şey bırakır bir gün.
  Bir işaret, bir söz, bir bakış...
  Ben sana keder, sana veda, sana tutulması zor bir yas bıraktım; üzgünüm. "

" Gözün kaderi görmek, kalbin kaderi yanmaktır evladım. "

" Göz elli kişide kalp birinde kalır. "

Baba dediğin tamamlanmamış bir kelimedir zaten. "

" İnsan öldüğü yaşta kalırmış. Yani kaç yaşında ölürsen geride kalanlar seni hep o yaşta hatırlarmış. Zannedersem, insan birinden ayrılınca da aynı yaşta kalıyormuş. "




22 Temmuz 2018 Pazar

Bulutlar Ülkesine Yolculuk

Her yıl gitmeden duramadığım, hatta birçok kişinin beni oralı sandığı canım Çamlıhemşin’e bu yıl da yine sevdiklerimi yanıma alıp gittim. 
Üzerine gelen birçok soruya toplu cevap olsun diye tek tek iliştiriyorum buraya.
İlk gün Çamlıhemşin'e ayak basar basmaz Felamur'da yediğimiz öğle yemeği ardından yağan yağmura aldırmadan 4 km bir yol yürüyerek Tar Bulut Şelalesi'nin ihtişamını görmeye gittik. Dönüş yolunda hepimiz sırılsıklam olmuştuk.




İlk iki gecemiz Ada Bungalov'da idi.
Ada Bungalov, Çamlıhemşin Şenyuva'da.
Ada’ya giderseniz Hidayet'e selamımı iletin ve şayet keyfi de yerindeyse muhabbetine eşlik edin. O konuştukça biraz daha kalsa anlatsa diye ağzının içine bakacaksınız.
Unutmadan yayla çorbasını da içmeden dönmeyin.




Şenyuva’da Karadeniz’de başka hiçbir yerde tatmayacağınız lezzetlerin durağı olan butik kahveci Zua'ya gidip 'orman meyveli damla sakızlı muhallebisini', mürver çiçeğinden yapılan ve sadece Zua'da bulabileceğiniz 'pohpedi gazozunu' tatmadan dönmeyin. Eklemeden edemeyeceğim içtiğim en iyi Americano Zua’dadır.


Bozayı Şenyuva’ya yeni açılan bir seramikçi eğer benim gibi seramik düşkünü iseniz çok iyi parçalar bulabileceğinize kefilim.
Zua'nın hemen kapı komşusu olan Peri Dükkan'ın adı gibi peri bir sahibesi vardır. Canım Deniz'in güzel dükkanında hem hediyelik çok güzel parçalar hem de yöreye ait yanınıza hatıra alabilecek birçok ürünü bulabilirsiniz.


Gito’ya yolculuk ikinci gün idi. 1-1.5 saat süren yolculuğumuzun ardından Koçira'nın terasında sıcacık çaylarımızı içtik. Yolu çok soran olduğu için belirtmeliyim ki 4x4 aracınız varsa rahat çıkabilirsiniz ama binek bir araçla gitmenizi asla tavsiye etmem. Gito’da konaklayabileceğiniz 3 pansiyon var. Eğer günübirlik gidecekseniz hemen yakınında olan Badara yaylasını da görmeden dönmeyin derim. Biz aracımızla gittiğimiz Badara yaylasından Meydan Kafe'ye yürüyerek yolun sonunda kendimizi mis gibi tereyağında kızarmış alabalıklarla ödüllendirdik.


Badara yaylasından ayrılıp pansiyona dönerken yol üzerinde Şimşir Ormanları'na dalıp fantastik büyüsünün içerisinde kaybolduk.





3. Gün Pokut için sabah çok erken kalkıp yola koyulduk. Pokut Kaçkar Dağları'nın manzarası en geniş olan yaylalarından biridir. 




Çamlıhemşin Pokut arası 21 km'dir ama yol boyu zıplaya zıplaya gidiyorsunuz söylemeden geçmeyeyim. Pokut yolu içinde gelen sorulara cevabım kesinlikle 4x4 le gidebilirsiniz. Yolları binek araç için çok kötü.Aslında bence hep de öyle kalsın kolay ulaşılmasın. Çünkü bu zor haline rağmen yol boyunca gördüğümüz çöpler gerçekten çok üzücüydü.

Pokut’ta Tanevit Dağ Evi'nde kaldık. Herkes odasına yerleştikten sonra orman yürüyüşleri başlamıştı. Islandık, çamura battık, tezeğe bastık, yol boyunca gördüğümüz inekleri selamladık, yayla çiçekleri topladık ve manzaranın büyüsüne kapıldık.


Sanki zaman kapsülünün içerisinde başka bir yere ışınlanmıştık. Yürüyüşün ardından Pokut'a yeni açılan Patika Kafe'de öğle yemeği için uğradığımızda yine enfes bir sofra bizi bekliyordu.


Ve hepimizin aklına gelen bunun bir yayla turundan daha ziyade gurme turuna dönüşmesiydi. Çünkü biz mütemadiyen yiyorduk. Patika'dan ayrılıp Sal Yaylası'nın yolunu tuttuk. Sal’a vardığımızda sis inmişti ve Uğur bizi yeni açılan Pilunç Çay Evine sütlaç yemeye götürüyordu. Söylemiştim size mütemadiyen yiyorduk.
Ve benim için bu turun efsane adamlarından biri ile tanışmam Pilunç Çay Evinde oldu. İneklere Fısıldayan Adam “Kadir Abi” hepimizi gülmekten kırdı geçirdi. Kadir Abi'den “İneklere Fısıldayan Adam” isminin hikayesini dinleyin. İnekleri Nazlı, Karagül, Ceylan, Petek ile tanışın, şansınız varsa sağıma gidin. Ve Kadir Abi bu yörenin insanını bu denli sevmemi bir kez daha anlamamı sağladı. Kadir Abi ile Ali Abi'nin atışmalarını, kızları Begüm ile Betül'den klarnet ve tulum dinleyin. Ve kesinlikle o efsane sütlaçından tadın.  Bizim şimdiden sıradaki tatil programımızın durağı belirlendi.

Sal'dan Pokut'a döndüğümüzde sis inmiş muhteşem bir manzara bizi bekliyordu. Akşam yemeğine kadar çimenlere uzanıp manzaranın seyrine doyduk.
Akşam yemeğinde Tülay bize muhteşem bir sofra hazırlamıştı. O gece sofra kadar sohbetimizde doyumsuzdu yine kahkahalarımızın Pokut'u inlettiği samimi, sıcacık bir aile sohbetinin içerisindeydik. Herkesin birbirini bu kadar sıcacık sarıp sarmalamasının nedeni belki Pokut, belki biz, belki Uğur'du bilinmez ama evren bize torpilini geçmişti. 




Herkes geceden saatini 4:15'e kurmuş sabahın erken saatlerinde uyanıp sessizce yaylada güneşin doğuşunu seyretmek için yola koyulmuştu. Üzerimizde sarıldığımız battaniyelerimiz. Yeni güne uyanan tabiat, etrafta birbiri ile konuşan kuşlar, mis gibi çise kokusu ve o sessiziliğin içerisinde biz. 
Hepsi şimdi hayal miydi gerçek miydi dedirtecek kadar eşsizdi.
Güneşin doğuşunu izledikten sonra gidip 2 saatlik uykunun ardından sabah kahvaltısı için Platoda Mola'nın yolunu tuttuk ve Ahmet Abi bizi sıcacık karşıladı.


Her seferinde olduğu gibi Platoda Mola yine bize çok güzel bir manzaraya karşı hem gözümüzü hem midemizi doyuran muazzam bir sofra donatmıştı Biz masadan ayrılmak istemiyorduk ama Uğur saatimizi belirlemişti görmek istediğimiz daha iki durak vardı ve yola koyulduk. Önce Kendini Koruyan Mahalle'ye geçmek için teleferik durağına geldik. Kendini Koruyan Mahalle yolu olmayan ve bir ailenin yaşadığı bir mahalle. Ulaşımını yine kendilerinin yaptığı bir teleferikle sağlıyorlar. Teleferik kişi başı 30 tl. Hem gidiş hem de dönüşte izlediğiniz vadi ve şelale başınızı döndürüyor.

Yükseklik korkusu olanların binmesini tavsiye etmem.
Kendini Koruyan Mahalle'den sonraki durağımız Makrevis Köyündeki Deliemet Konağı. 


Mirasçılarının kendi aralarında anlaşamamaları yüzünden çürümeye terk edilmiş Deliemet Konağı. İçerisindeki el işi ahşap oymalar ve vadiye açılan muazzam manzaralı pencereleri görülmeye değer. Ama böyle bir yerin her geldiğimde daha da dökülüp çürüdüğünü görmek çok üzücü.
Deliemet’ten ayrılıp Bal filminin çekildiği Makrevis Pansiyon'da son öğle yemeğimizi yemek için birlikte masanın etrafına toplandık. Bir veda yemeğinde yeni buluşmaların programlarını yaparken bulduk kendimizi ve inanıyorum ki bu ekip daha çok kahkahaları ile şenlendirecek birçok yeri.
Ve veda vakti....


Tavsiyem 
-Çamlıhemşine giderseniz Çamlıhemşin'den çok yaylalarında konaklayın.
-Yanınıza muhakkak 4 mevsim kıyafet alın.

-Yağmur çizmeniz ve yağmurluğunuz yok ise merkezdeki hırdavatçılardan çizmeyi 35 tl ye yağmurluğu da 10 tl ye edinebilirsiniz.

-Beklentinizi yüksek tutmayın gittiğiniz yerin yayla olduğunu bilerek yola çıkın.
-Ve şunu unutmayın siz hangi rotayı çizerseniz çizin hangi programı yaparsanız yapın son sözü doğa söylüyor. Yani her an her şey değişebilir.


Teşekkürüm,
Öncelikle bizim yolumuzu Uğur Biryol ile kesiştiren canım Haruncan Biryol’a.
Daha sonra havaalanında bizi karşıladığı andan itibaren samimiyeti, inceliği, kocaman yüreği ile hepimizi sarıp sarmaladığı için, bölge ile ilgili tüm bilgisini bizimle eksiksiz paylaşıp etrafımızdaki her şeye farkındalığımızı arttırdığı için canım Uğur Biryol ve Pokutsal Tur’a

Bizi çok iyi ağırlayan ve kahkahalara boğan Hidayet'e ve Tülay'a.
Benim için dünyanın en komik adamı olan İneklere Fısıldayan Adam Kadir Abi'ye.
Dünyanın en güzel orman meyveli damla sakızlı muhallebisini yapan Elif’e.
Yolculuğumuz boyunca ulaşımızı sağlayan Yasin'e...
Ve tereddüt etmeden ardıma düşüp gelen sevgili Dilek, Esma, Gülhan, Gökben, Türkan, Adnan Bey ve Leyla Hanım'a.
Tur sayesinde tanıma şansına eriştiğim Pınar ve Semra'ya.
Ve bizi bir araya getiren her nedene sonsuz minnet ve sevgi ile...



5 Ocak 2018 Cuma

Bulutlar Ülkesine Yolculuk



Her yıl Bulutların Ülkesini ziyaret ettiğimde o kadar çok mesaj aldım ki tur düzenleyip düzenlemediğime dair, hatta bu büyük bir çoğunluğunuzun da isteği idi.
Kayıtsız kalamadım ve sevgili @haruncanbiryol ile birlikte hepimiz için bir rota çizdik.

Büyülü ormanlar, serin şelaleler, tarihin tanığı asırlık evler ve kaleler, bulutlara arkadaş olacağınız yaylalar…Hepsinin bir arada mümkün olduğu bir coğrafya olan Kaçkarlar’da kısa ama hatırda kalacak bir geziye ne dersiniz? 

Eğer sizde bu rüyaya birlikte eşlik etmek istiyorsanız drydniz@gmail.com dan bana ulaşın.

Program tarihi: 15 - 16 - 17 - 18 Temmuz 2018

1. Gün

Trabzon transferi - Tar deresi yürüyüşü - Pansiyona yerleşme 
Yolumuz artık Fırtına Vadisi, öğle yemeğini Sürmene'nin meşhur pidesiyle ağırlayacağız. Tar deresi ve Doğu Karadeniz'in en yüksek şelalesi Bulut'a doğru yürüyüşe çıkıyoruz. Dere sesinin fonda eksik olmadığı bu yürüyüş size doğanın içinde kendinizi iyi hissettirecek. Tar deresi yürüyüşü tamamladıktan sonra, pansiyonumuza yerleşme zamanı. 




2. Gün

Avusor yaylası-Avusor buzul gölü-Ayder -Siyamkar.
Öncelikle Avusor yaylasına doğru yola çıkıyoruz, Avusor bölgenin en büyük yaylalarından biri. Avusordan yaklaşık 1.5 saatlik bir tırmanışla buzul gölüne yürüyoruz. Burada biraz dinlendikten sonra  hava güzelse buzul gölünde yüzme imkanımız var. Öğle yemeği kumanya şeklinde göl kenarında alınacak. Buradaki aktivitemizi tamamladıktan sonra, . Siyamkar: Fırtına Vadisi’nin Habak ve Makrevis köylerinin seyir noktası...Buradan vadinin ilerine doğru uzanan köylerini görebilir, uzak hayallere dalabilirsiniz. Manzara baş döndürücüdür, aman dikkat.




3.Gün

Gito-Sal ve Pokut yaylaları.
Önce Gito yaylasından Kaçkarlar'ı selamlıyoruz… 
Pokut’a yolculuk başlasın.
İkibin metre yükseklikte konumlanan Sal ve Pokut yaylalarında, Kaçkarlar’ı bir seyir terasından izleme hissine kapılacaksınız. Kaçkarlar’ın zirvesinden Altıparmaklar’a, Marsis tepesinden Gito yaylasına, açık havalarda Karadeniz’den akşamları günbatımına kadar çok ve çeşitli seyredecek rotalarımızda, bu iki yaylanın en güzel noktalarında yer alacağız. Vadinin en güzel konumlu bu iki yaylasında geçireceğiniz saatleri unutamayacağınızı garanti edebiliriz. İşin güzel tarafı bu akşam Pokut yaylasında Tanevit Dağ Evinde konaklayıp, kahvaltımızı ise Platoda Mola yiyeceğiz.




4. Gün

Pokut-Transfer.
Pokut’ta enfes bir terasta manzaraya karşı bir kahvaltı aldıktan sonra, dönüş yoluna geçiyoruz... Çamlıhemşin'den ayrılmadan Palovit Şelalesini de görüyoruz. Karadeniz’den ayrılmadan yanınızda olsun istediğiniz hediyelik eşyalar, gezi boyunca içtiğiniz lezzetli çaylar, iyi yemekler yapabilmek için sağlam mutfak bıçakları için mesela önemli duraklara uğrayacağız...Bu alışverişlerin içinde sizi, Çayeli’nin meşhur kuru fasulyesi ile uğurlayacağız tadı damağınızda kalacak. 😊




Unutmadan, uçak kalkış saatiniz 19:00 veya ilerisi olarak ayarlamanızı rica ederim.

Pansiyon: @adabungalov @tanevitdagevi
Kahvaltı: @platodamola
Not: Platodamola da kahvaltı fiyata dahil değildir. Kahvaltı bedeli 60 tl'dir

Yanında Olması Gerekenler;

· Küçük boy sırt çantası (min. 30lt)

· Yürüyüş botu ve/veya ayakkabısı

· Rüzgarlık ve Gore-Tex Mont

· Oldukça yedek çorap

· Dört mevsime uyacak alt üst kıyafetler, günde dört mevsim yaşanılabiliyor.

Pakete dâhil olan hizmetler:

· Havalimanından Çamlıhemşin’e transfer

· Tüm ara transferler

· Rehberlik ücreti

· Seyahat sigortası

· Sabah kahvaltısı, öğle ve akşam yemekleri

· Konaklama

· Çamlıhemşin’den Havalimanına transfer

Pakete dahil olmayan hizmetler:

· Uçak Bileti

· Otel Ekstraları ve Alkollü içecekler

· Hediyelik Eşyalar

İNFO:

· İletişim: haruncan.biryol@gmail.com // 0531-859-8737
               drydniz@gmail.com

· Adres: Konaklar mahallesi No: A5 Çamlıhemşin/RİZE

· Tur Bedeli: 1350 tl’dir

· TÜRSAB Belge No: A9376

Not: Programımız hava şartlarından dolayı değişiklik gösterebilir.

9 Ağustos 2017 Çarşamba

MAÇAHEL


Her şey yoganın hayatıma girmesi ile başladı.
O günden bugüne uzanan yolculuk ile çok güzel dostlar edindim. Bu yolculuk ile daha fazla huzura sahip olup, nefesime fazla yakın olduğum, bedenimi çok sevdiğim yepyeni güzel bir dünyanın kapıları aralandı.
Maçahel yolculuğumuz ise canım hocamız İlham'ın bize her zaman farklı ekolleri ve tarzları da deneyimlememizi teşvik etmesi ile başladı.

İlham Hoca'nın derslerine katılan 6 kız olarak -ki çoğunluğumuzun ilk yoga kampı deneyimi idi- I feel yoganın Artvin Macahel yoga kampına kaydımızı yaptırdık.

6 Ağustos sabahı hepimiz çok heyecanlı bir şekilde diğer illerden gelen kafile ile buluşmak üzere Trabzon havalimanına doğru yolculuğumuza başladık.

Buluşmanın ardından hepimiz transfer için araçlarımızda yerimizi alıp ilk durak olan Çamlıhemşin'e çıkmak üzere yola koyulduk.

Beni tanıyanlar bilir ki, Çamlıhemşin benim cennetimdir. O nedenle ilk durağın orada olması benim için bir bonustu.
Palovit şelalesi çisesi ile yüzümüzü yıkayıp sabahtan itibaren geçen tüm yolculuğun yorgunluğunu attık. Zua'ya uğrayıp Elif'in nefis tatlıları ile birkaç günlük mide bayramımızın açılışını yaptık. Canım Deniz'in kendi gibi güzel Peri dükkan'ından aldığımız ufak hediyelikler ile tekrar yola koyulduk.

Gün yavaş yavaş çökerken biz Macahel'e ulaşmıştık. Macahel aslında bir bölgenin ismi. O bölgede bulunan 6 Gürcü köyü var ve Gürcüce el bilek anlamına geliyor. Merkez olan Camili köyü bilek ve diğer 5 köy ise elin parmaklarını temsil ediyormuş. Camili köyüne yaklaştığımızda girişte hoşgeldiniz der gibi karşıladı bulut denizi.



Efeler köyü Bumbulay Pansiyon'a ulaştığımızda bizi işletmenin sahibi Kenan karşıladı. Bumbulay bir aile işletmesi ve yöreye uygun mimarisi ile 7 serender bir ana binadan oluşan cennetin içerisinde size düşü yaşatacak bir pansiyon.
Kenan'ın Bumbulay'ın reisi dediği güzeller güzeli eşi Reyhan 28 yaşında iki kız çocuğu annesi ama mutfağında devleşen bir kadın. Reyhan'ın yöresel sabah kahvaltılarını ve akşam yemeklerini asla benliğinizden silemeyeceğinize kefil olabilirim. Ayrıca odaların temizliği, konumu, ailenin samimiyeti ve tertemiz kalpleri kendinizi evinizde, güvende ve sonsuz huzurlu hissettiriyor.
Oradan ayrılırken birbirimize hem kalpten hem de dile getirip söylediğimiz gibi benim artık Artvin Macahel camili köyünde bir ailem var hep burnumda tüterek ve özlemle anacağım.


Gelelim bize bu cenneti görmemize vesile olan sevgili hocamız Faruk Kurtuluş ile yaşadığımız 4 gece 5 gün süren yoga serüvenimize.



Kampa katılımda hiçbir seviye gözetilmemişti ve aramızda yoga ile yeni tanışanlarda 20 yıldır hayatında yoga olanlarda vardı.
İkinci gün sabah tertemiz bir zihinle 7:45 te 2 saatlik bir yoganın ardından hep birlikte yaptığımız nefis kahvaltı ile 11:00 da araçlarda buluşup Efeler deresinin sularına kendimizi bırakmak için hareket ettik.
Efeler deresinde akıntıya karşı çılgınlar gibi yüzme yarışı yapanlar olduğu gibi bir köşede elinde kitabı ile vakit geçirenler de vardı aramızda. Öğle yemeğimizi Baraka'da yiyip tekrar pansiyonun yolunu tuttuk.

Akşam yaptığımız bir saatlik yoganın ardında yemekte buluşup o geceyi sevgili Mikail ve Kenan'ın fıkrayı aratmayan ve hayatlarında doğaçlama gelişmiş hepimizi gülmekten kırıp geçiren anılarını dinledik.

Üçüncü gün yine sabah yogası ve kahvaltısının ardından bu kez Maral Şelalesi için yola koyulduk. İçerisinde yıllara meydan okuyan asırlık ağaçların bulunduğu bir patikanın ardından bizi büyüleyen Maral Şelalesi'ne ulaştık.

Hepimiz çığlık çığlığa buz gibi suda yüzerken oradan hiç ayrılmak istemedik. Hayatım boyunca deneyimlediğim ve hafızamın bir kenarına kazıdığım en güzel şeydi şelalenin sularına kendimi bırakmak.

Şelaleden çıkıp o gün öğle yemeğini bir köy evinde yine yöresel yemekler yiyerek geçirdik.
Akşam pansiyona döndüğümüzde yorgunduk. Ve o yorgunluğa rağmen hepimiz akşam dersinde eksiksiz tamdık.

Dördüncü gün 2760 rakımda bulunan Naçadirev buzul gölüne çıkmak için sabah erken saatte yaptığımız yoga ve kahvaltının ardından hemen yola koyulduk.
Yol boyunca saymaktan vazgeçtiğimiz o kadar çok keskin virajdan geçtik ki tam anlamıyla bir merdiven çıkarcasına ulaştık buzul gölüne.

Etrafında hala buzul ve karların olduğu doğaüstü güzellikte bir yer Naçadirev Buzul gölü. Göle ulaşım sağlamak tek başına zor olacağı için mutlaka yöre insanından ya da o yörede tur yapan kişilerden yardım almanızı tavsiye ederim.


Buzul gölünde yüzüp orada öğle yemeğimizi yedikten sonra yine göle yakın bir Naçadirev geçidinde gün batımına şahitlik etmek istedik ve bizi geldiğimiz gün karşılayan bulut denizi o son akşam bize tekrar gelin dercesine hoşçakal dedi.

Dönüş günümüzün sabahı yoganın ardından kahvaltımızı yapıp yine yoga salonunda hocamız önderliğinde dans meditasyonu yaptıktan sonra ekibin en sulugözüsü olarak ağlaya zırlaya ayrıldık Bumbulaydan.

Yol üzerinde Karagöl'ü de görüp Artvin Macahel'e çok güzel anılarla veda ettik.



Kendi adıma yoga ile bütünleştiğim, her asana da kendimi, bedenimi daha net gözlemlediğim ve doğanın içerisindeki nefes akışları ile yaptığım her ders benim için unutulmazdı. O nedenle ilk teşekkürüm sevgili hocamız Faruk Kurtuluş'a ve bizi organize eden asistanı Doğa Bursalı'ya.

Her biri kendi içerisinde ayrı renk olan ve herbirinden çok şey öğrendiğim güzel ekip de varolan beni ilk gördüğüm andan itibaren heyecanlandıran 70 yaşında olan ve 20 yıldır yoga yapan Oya Teyzeye, bizi hergün gramafonu ve yan flütü ile mest eden Cemil Bey ve eşi Sema Hanıma, gözlerine baktığımda kalbini gördüğüm ve sanki yıllardır birlikteymişiz hissine kapıldığım Neylan, müdürlük yaptığı okulda çocuklara ilkokuldan itibaren yoga dersi verdiren Saba Hanım ve öğretmen arkadaşı Birsel Hanıma,  Ergün Beye, Serkan ve Ömer'e, Ordu'dan birlikte yola çıktığım Şeyma, Gonca, Gökçen, Selin ve Emel'e, Emma, Hale, Şerife, Ekin, Ferda, Kuğu, Didem'e bu yolculukta bana varlıkları ile kattıkları her güzel duygu için,

Ulaşımımızı sağlayan beni çok güldüren ve o girdiğimiz bütün sulara girmem için yüreklendiren kalbi kendinden kocaman güzel insan Mikail'e ve yolumuzun daha çok kesişeceğini inandığım sevgili Ali'ye, 

Bumbulay ailesinin her bir ferdine,

Ve işitme engeli olmasına rağmen herkesten çok kendisi ile iletişim kurduğumuz ve bize çok şey öğreten güzel Murat...


Hepinize sonsuz minnetle...

İnandığım bir şey var böylesine güzel bir yerde bir arada olmamız tesadüf değildi.
O nedenle iyi ki böyle bir yerde kesişti yollarımız.
Sevgiyle
Derya...




28 Haziran 2017 Çarşamba

Sinop


Açık havada yoga yapmakla kalmayıp tüm ekip yoga yapmak yeni yerler keşfetmek adına kendini yakın civardaki köy yollarına vurmuştuk. Haliyle eve döndüğümde kendimi direk yatağa atıp uyumak istemiştim. Öyle de oldu.

Uyandığımda telefonumda bir sürü mesaj ve arama. 
Şöyle diyordu eşim: "Yanına pijama ve bir yedek çamaşır al akşam 18:00 da geliyorum çıkacağız."

Uyku sersemi benim yerimde bir başkası olsa birine birşey mi oldu diye düşünürdü ama bizde o ufak şehirden kaçışlar böyle geliştiği için sadece nereye gidiyoruz diye sorabildim:)

19:00 da Ordu'dan yola çıkıp yolda bir kahve molası verdikten sonra 23:00 da Sinop'ta otel odamızdaydık. Karanlık olmasına rağmen denizin sesi insana huzur veriyordu.
Gittiğim her yerde yaşadığım gibi sabah karşılaşacağım manzaranın heyecanıyla uykuya daldım.
Öyle de oldu mis gibi uçsuz bucaksız bir deniz manzarası bize günaydın deyiverdi.



Kahvaltımızı otelde yaptıktan sonra hemen merkezin yolunu tuttuk.
Bu arada bu bizim ikinci kez Sinop'a gelişimizdi.
İlkinde merkezde bir otelde kalmıştık bu defa merkeze uzak bir yerde.
O nedenle siz eğer araçsız gidecekseniz merkezdeki otellerden birini tercih ederseniz kale, tarihi cezaevini ve sahil şeridini daha kolay vakit kaybetmeden gezebilirsiniz.

Bizim ilk durağımız Uğur Mumcu meydanındaki Kale Altı Çay Bahçesi'nde denize karşı kahve içmek oldu.
Oradan yine şehir merkezinde yürüme mesafesinde olan Sinop Tarihi Cezaevi'ni gezmek için yola koyulduk. Yol üzerinde bana Sinop'un hissettirdiği şeyi tek kelime ile özetlesem sanırım miskin derdim. Her mağaza önünde bir köpek uyuyor ve sokakta o kadar az insan var ki o nedenle gezerken ne kadar sakin sessiz ve miskin bir şehir Sinop dedim.




Üç yıl önce geldiğimizde cezaevinde görmediğimiz şeylerle karşılaştık. Bu defa Sebahattin Ali'nin koğuşunun hemen karşısındaki bölüme projeksiyon ile Sebahattin Ali görüntüleri verilmiş ve müzikleri bütün hapisanenin koridorlarında yankılanıyordu. Bir de birçok diziye ev sahipliği yapan cezaevinin dizi seti olarak kullanılmış bölümlerini artık parmaklıklar ardından değil de direk camlarla çevrilip bölümlenmiş bir şekilde gezebiliyorsunuz. Sadece bunlarla kalmayıp, çocuk ıslah evi, kadınlar koğuşu,  metrelerce yükseklikte tarihe tanıklık eden taş surlar, gözetleme kuleleri, tarihe meydan okuyan demir kapılar ve en ürpertici olanı zindanı görüp, avlusunda volta atıp o havayı solumadan Sinop'tan ayrılmanızı istemem.

Evliya Çelebi güzel üslubuyla cezaevini şöyle anlatıyor: "Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığınından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar."

Biz cezaevinden yoğun bir duygu seli ve tüylerimiz ürpererek ayrıldık.

Acıkmıştık ve direk kendimizi sahilde Baraka Cafe'ye atıp güzel bir pizza ziyafeti çektik.
daha sonra yoğun tavsiyeler üzerine Tarihi Şen Pastanesinde Prenses yiyip rotamızı daha önce gittiğimiz de de vurulduğumuz Hamsilos Koyu ve Karedenizin en uç noktası İnceburun'a çevirdik.
Bu arada Sinop'a gidip meşhur cevizli Sinop mantısını da tatmadan dönmenizi istemem.



Sinop merkezden havalimanı istikametine doğru yol aldığınızda hem sizi bekleyen güzel manzaralar eşliğinde önce Hamsilos'a daha sonra da İnceburun'a ulaşabilirsiniz. Yol üzerinde bir çok mesire alan bulunan Hamsilos Tatil köyüne giriş ücretli ayrıca konaklamak için pansiyon ve otellerde mevcut.  Şehirde  denize girmek, piknik yapmak, deniz bisikleti ile gezmek için en ideal yerlerden biri. Bence erken saatlerde gidilip hem pikniği yapıp hemde tertemiz denizine girip uzun uzun vakit geçirilebilecek en huzurlu yerlerden ve hatta Türkiye'nin saklı cennetlerinden bir köşesi Hamsilos.





Hamsilos'tan ayrılıp İnceburun'a vardığımız da güneş yavaş yavaş ışık oyunlarına başlamış mis gibi bir hava ile karşı karşıya kalmıştık. Yol boyu zaten çam ağaçlarının içerisinden geçerken oksijene de doyuyorsunuz. türkiyenin en kuzey noktası hırçın dalgaları ve karadenizin adına yakışır bir mavilikte olan İnceburun hani ilkokuldan bu yana okuduğumuz 36 42 kuzey paralelerinin 42 olan paraleli burası.

Tam uçta bulunan 1863 yıllarında yapılan tarihi fener de yaz kış kalan bir aile bulunmakta. Ayrıca etrafta yanınızda birşeyler götürürseniz yiyip oturabileceğiniz seyir teraslarıda mevcut. Bunun dışında   İnceburun'un benim inandığım ve acaba gerçekten başkalarına da böyle tılsımlı bir şekilde dokundu mu diye merak ettiğim bir havası var.

Uzun uzun kalıp kendi içime döndüğümde kalbimde farkında olmadığım kapıları açan ve görmekten kaçtığım şeyleri bana gösteren bir yer oldu. Her gidişimde bana iyi dokunan bir yanının olduğunu görüp çok farklı farkındalıklarla dönmüşümdür. O yüzden benim için yeri hep ayrıdır.

Bizim bu seyahatimiz bu kadardı fakat üç yıl önceki ziyaretimizde Erfelek Şelale'lerinide ziyaret etmiştik, orasıda doğa üstü bir yerdir görmenizi tavsiye ederim.

Sinop'la ilgili yazı yazmamı isteyen herkes için umarım faydalı olmuştur paylaştıklarım.
Kucak dolusu sevgiler...